Bu yüzen yayınladım O kitapları ve tabii senin için

Ama sana ait olan mind control…
Lütfen önce Soner Beyi…
Sonra diğerlerini okuyun. Ve…
Rica ederim düşünün!

Savaşın önemli silahı: Propaganda
29 Mart 2018

Genel görüştür:
I. Dünya Savaşı kimyagerle¬rin savaşı oldu.
II. Dünya Savaşı fizikçile¬rin savaşı oldu.
Dünyanın dört yanındaki düşük yoğunluklu savaş/terörle mücadele sosyal bilimci¬lerin savaşı oldu/oluyor. Bu “kültür merkezli” bir savaştı…
İnsanın kültürünü/ toplu¬mun yapısını incelemek-kav¬ramak, toplum mühendisliği yapmaktı.
Soru şu:
– Terörist halkın desteğini-sev¬gisini-güvenini nasıl kazanıyor?
– Teröristin motivasyon ve moral kaynağı ne?
Mesele sadece teröristin elin¬de tuttuğu silah ya da istihbarat değil!
Teröristi tanımak- yetişti¬ği kültürel iklimi bilmek– kit¬lelerin ruh halini öğrenmek yani, psikolojiyi savaşa katmak şart.
Bir harbin psikolojik boyu¬tu, harbin genel ve fiziki boyutu kadar önemlidir. Pro¬pagandayı savaşınıza ekle¬mezseniz nasıl kazanacağınızı bilemez boşa uğraşırsınız.
Hedefiniz sivrisinek değil, sivrisineğin “yetiştiği” bataklığı kurutmak olmalıdır! Bunun yolu propagandadır/psikolojik savaştır.
Bu sebeple…
Birçok ülke ordusunda, psi¬kolojik savaş teknikle¬rini bilen uzmanların görev yaptığı psikolojik strateji kuru¬luşları faaliyet yürütüyor. Ör¬neğin, CIA’da “İnsan Ekolojisi Araştırma Birimi” var. Çünkü biliyorlar ki…
Bu savaşın iki önemli sila¬hı var:
– Anlamak…
– Empati kurmak…
Gönüllerde ve akıllarda yer etmek önemli.
Zihinleri kazanmak elzem.
Bu nedenle CIA, Vietnam Savaşı’nda bu ülkeye Viet¬namca bilen antropolog¬lar gönderdi. ABD’liler ilk kez bu savaşta davranış bilim-cilere ihtiyaç duyulduğunu keşfetti.
Düşmanın kültürünü bilmek, düşmanın savaş tekniğini bil¬mekten daha önemliydi! Bu ne¬denle, Irak’ta 88 aşiretin veri analizini yaptılar.
Sözü şuraya getirmek istiyo¬rum…
TÜRK BAYRAKLARI
Bir hafta önce…
Ankara Keçiören Belediye¬si Afrin’e giderek altı okulu onardı. Törenle hizmete açtı.
Çocukların ellerinde Türk bayraklarıyla sınıflarına gitme¬sini televizyonda seyrettim.
Afrinli minik öğrencile¬rin ellerine neden Türk bayrağı verildi?
Amaç iyi niyet olsa da, Af¬rin’deki bu tür gösteriler kötü niyetin kurbanı oluverir:
Türkiye’yi işgalci gösterir!
Türkiye’yi okul müfredatına karışan, dil’e müdahale eden ülke gibi gösterir!
Yani…
Her kafasına esen po¬litikacının, Mehmetçik’in bulunduğu Kuzey Suriye’deki yerleşimlere gidip propa¬ganda yapmasına izin veril-memelidir.
Bu işler kılavuzsuz olmaz. Çünkü bu savaşın birçok tür ve yöntemi var; yapılan ters tepebilir! Dostunuz düşmanı¬nız oluverir!
Fakat ne yazık ki…
Toptan-tüfekten etkili psi¬kolojik harp, Türkiye’de Al¬lah’a emanettir!
Kuşkusuz dün de iyi değil¬di. İlk adımlar Amerikan Ordusu tarafından, ABD’nin milli menfaatleri doğ¬rultusunda yürütülecek “psikolojik harp” (Ps¬ychological Warfare) ve “psikolojik harekat” (Psychological Operati¬ons-PSYOP) faaliyetle¬ri alanındaki mevcut kaynak kitapların 1960’lı yıllarda bire bir Türkçe’ye tercüme edilmesiyle başladı.
Genelkurmay Harekat Dairesi Başkanlığı bünyesinde kurulan Psikolojik Harekat Dairesi Başkanlığı’nın tek yaptığı Ankara Kirazlıdere’de¬ki tesislerinde subaylara 2-3 aylık kurs vermekti. Sonra kapatıldı.
Bir de… Milli Güvenlik Kurulu’na bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığı vardı. Tek yaptıkları Batı Trakya’da dergi filan çıkarmaktı. AKP iktidara gelir gelmez -FETÖ öyle bir kötücül hava estirdi ki- “sivilleşme” aldatmacası¬na kanıp birimi tasfiye ettiler! Yerine, İçişleri Bakanlığı bün-yesinde “Toplumla İlişkiler Daire Başkanlığı” kurdular! Psikolojik savaşın sivili -askeri mi olur? O dönem asker düşmanlığı had safhadaydı. Zamanla, Dursun Çiçekler hapse atıldı; “andıç”, “Batı Çalışma Grubu”, “internet siteleri” yalanlarıyla devletin psikolojik silahı tamamen FETÖ’ye bırakıldı…
MİT’te zaten böyle baş¬kanlık bile yoktu
MEHMETÇİK YALNIZ
Maalesef…
Türkiye’de psikolojik sa¬vaş yetkin olmayan kişile¬rin “kafasını estiğini” söy¬lemesi-yapmasıyla yürüyor! Kağıt üstündeki kurumlarda doğru dürüst uzman kadro¬lar bile yok.
Bugünlerde…
– Türkiye’de pek ilgi görme¬se de- dünyanın gündeminde ne var: Cambridge Analy¬tica!
Bilgisayarınızda her tuşa dokunduğunuzda iz bırakıyorsunuz.
Sizin bilgisayara koydu¬ğunuz verilerle sizin kişisel özelliklerinizi, psikolojinizi vs. öğreniyorlar. “Like” (beğen¬me) tuşuna basmanızla si-zin hangi politik görüşte olduğunuzu biliyorlar! Tuşa basma ritminizden sizin sinirli mi, sakin mi, dinlenmiş mi yoksa yorgun mu olduğu¬nuzu analiz edebiliyorlar! Bu veriler sonucu sizi kandıra¬cak işler yapıyorlar!
Bunu -son ABD seçimiy¬le- siyasette de kullandıkları ortaya çıktı.
Dünya böylesine -ahlaksız da olsa- psikolojik savaş yön¬temlerini kullanırken, Türki¬ye sadece seyirci olmayı tercih etti/ediyor.
FETÖ kandırması ve AKP dayatmasıyla askerler, “olumsuz imaj veriyor” diye psikolojik harekat birimlerini kapattı!
Keza Avrupa Birliği de “normlarımıza uymuyor” diye Türkiye’deki bu tür dev¬let kuruluşlarına karşı çıktı! Ve tabii ki kendi ülkelerinde ben¬zer yapılar fazlasıyla vardı…
Demem o ki:
Afrin’deki psikolojik sa¬vaşta Mehmetçik yalnız başınadır. Suriye halkını kazanmak, dünyaya ba¬rış mesajları vermek için hiçbir uzman desteği alama¬maktadır.
Acilen…
Afrin’de insanların fikirleri¬ni, duygularını, bakış açılarını ve davranışlarının yönelimini değiştirecek propagandala¬ra başlanmalıdır.

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/savasin-onemli-silahi-propaganda-2316992/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Bornozun bambusu!
29 Mart 2018

“Şeker fabrikaları vatandır satılmaz, yerli ve milli kalsın” diyerek açık adlarını yazıp, altına imzalarını koyanların feryadı çuvallara dolduruldu, Başbakan’a ulaştı.
Fabrika işçileri.
Pancar çiftçileri.
Yörenin esnafları.
Memurları, emeklileri.
3 gerekçe söylüyorlar: Fabrikalar Anadolu’dan göçü önlüyor satmayın. İşçisine, pancar çiftçisine ve şehir esnafına ekmek kapısı olduğu için terörün yandaş bulmasına izin vermiyor satmayın. Ve üçüncüsü de çok kazançlı Türkiye şeker pazarına göz diken nişasta bazlı şeker üretici Amerikan firmalarının iştahına da duvar oluyor, satmayın.
1 milyon 690 bin imza.
15 şeker çuvalına sığdı.
Bir çuval 50 kilo.
İmzalar sayılmıyor.
İmzalar artık tartılıyor.
Pancarın tokadını yiyenler yanakları pancar kırmızısı olmuş bekliyor.
* * *
Neyi bekliyorlar?
Basın, yazmaktan bıksın.
TV’ler bayat haber desin.
Yayınlamaktan vazgeçsin.
Aslı iktidarın reklam ve propagandası olan fakat haber diye sunulanların altında soru kaynayıp gitsin.
Tek soru şuydu:
Şeker fabrikaları tümü kâr ediyordu, niçin zarara döndü? 16 yıldır iktidardasınız; zarar olmasın diye hangi çareleri, çözümleri düşündünüz de olmadı. Pancar işçileri mi, çiftçileri mi, yörenin esnafı, memuru, emeklisi, halkı mı engelledi?
Bir ay doldu, cevap yok.
Başbakan, zarar deyip duruyor.
Şeker fabrikalarını yönetsinler diye yönetim kuruluna atanmış; şekerle ve pancarıyla uzaktan yakından ilgisi olmadıkları ortaya çıkan yöneticiler de hiç üstüne alınmadı. Üniversite öğrencilerine anında “Komünist bunlar” diye tepki veren Cumhurbaşkanı da ne hikmetse şeker fabrikalarının satış planı ile ilgili susuyor.
Fabrikalar niçin zarara döndü?
Döndü mü?
Döndürüldü mü?
Bilerek mi, isteyerek mi?
* * *
Dünkü Milli Gazete’de muhabir Sadettin İnan’ın; “Şeker Fabrikaları Böyle Batırılıyor”başlıklı haberi vardı.
Olanı şöyle anlatıyordu:
Gıda ve Tarım Bakanlığı, Amasya Pancar Ekicileri Kooperatifi’ni bir yıl içinde, seçime götürsünler diye 3 memuru kayyum diye atadı. Üç kayyumdan biri Tarım Reformu Genel Müdür Yardımcısıydı. Memurlar Amasya Şeker Fabrikası’na geldiler. Fabrikanın misafirhanesinde kalacaklardı. Misafirhaneyi beğenmediler. Onlar için Amasya’da 3 ayrı daire kiralandı. Kiralanan dairelerin dolap, muhtelif ev ve mutfak malzemeleri, yorgan, banyo takımı, tül kumaş, mobilya, beyaz eşya, küçük ev aletleri gibi bütün ihtiyaçları Amasya Şeker Fabrikası tarafından karşılandı. Harcama kalemlerinin içinde bambu bornoz seti, bambu yorgan, kahve takımı, cezve, avize ve püsküllü havlu gibi kalemlerin bulunması da dikkat çekti. Tüm harcamalardan Amasya Şeker Fabrikası Yönetim Kurulu üyelerinin haberlerinin olmadığı da ortaya çıktı.
* * *
Evet ortaya çıktı.
Kayyum misafirhane beğenmiyor.
Dayalı döşeli daire istiyor.
Yerli yorgan tercih etmiyor.
Bambu yorgan seviyor.
Denizli bornozuna burun kıvırıyor.
Bambu bornoz giyiyor.
Havlunun püsküllüsünü seçiyor.
Bunlar Ankara’dan bakanlığın gönderdiği kayyum memurlar. Ankara’yı biliyorlar, yakından tanıyorlar, olanı biteni görüyorlar. Partinin başkanı cumhurbaşkanı seçilince Çankaya Köşkü’nü beğenmedi, kendine saray yaptırdı.
Atasözü olmuş:
Üzüm üzüme bakar kararır.
Soru şuydu: Aldıkları pancar sözleşmeli, çalıştırdıkları işçi sayısı belli, üreteceği şekeri satacağı pazarı hazır, Türkiye’de nüfus artıyor, şeker tüketimi de artıyor. Fabrikalar kâr ediyordu, bilerek, isteyerek olmazsa şeker fabrikalarının zarar etmesi söz konusu değil. 16 yıldır ne yaptınız da zarara döndüler?
Soruya cevap verin.
Pancarın tokadı iner!
Yanaklar!
Pancar kırmızısına döner!
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/bornozun-bambusu-2316940/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Tişörtten niye korktunuz?..
29 Mart 2018

Bir rektör var, sarıklı…
Mardin gibi görenlerin hayran kaldığı, birçok medeniyetin beşiği ilin Artuklu Üniversitesi’nde sarıkla makama çıkıp oturuyor…
Muazzam bir adam…
Zaten görsen aklına ilim-bilim gelmez, insanın aklına “Hocam duayı biraz kaçırdım, bir şey olur mu?” diye sorası gelir…
Rektörlerin kep yerine İslami sarık takmaları için “Kep bize uygun değil, bize uygun olan sarıktır” diyerek kampanya açtı…
*
Nasılsa her türlü kıyafet serbest, herkes ait olduğu çağa göre giyinebilir…
Cumhuriyetin kılık kıyafet devrimine uymayan ne varsa, iktidarın kanatları altında geri döndü…
Cübbe..
Sarık…
Burka, kara çarşaf, kara peçe…
Kimsenin karıştığı yok…
*
Bizim Cafer Meclis’te CHP grubuna gidecekti… Tıraş oldu, süslendi, montunun içine bir Atatürk tişörtü giydi, Atatürk portresi ve altında “Atatürk’ün askerleriyiz” yazılıydı…
TBMM kapısında güvenlikçi bunu görür görmez telaşlandı, üç o yana, üç bu yana zıpladı…
Muhtemelen aklında; alarm ziline basmak, arkadan dolanıp üzerine atlamak, kelepçe takmak, ayağından vurmak gibi alternatifler geçti…
Cafer’in üzerinde patlayıcı madde görmüş gibiydi…
“Soyun” dedi…
Soyundu, tişörte el koydular, çıplak kalmıştı Cafer… İyi ki slogan pantolonunda yazılı değildi…
Üst tarafı çıplak kalan vücuduna montunu giyip CHP grubuna gitti, milletvekillerine anlattı, ağladı…
Milletvekili Mahmut Tanal gidip Atatürk tişörtünü gözaltından kurtardı, Cafer’e giydirdiler, gözlerini sildi…
*
Aynı saatlerde Meclis kulisinde kara cübbeli, sarıklı, çember sakallı tipler dolanıyordu…
Her türlü kıyafet serbest, ama Atatürk resmi yasaktı…
*
Eğer ölümünden 80 sene sonra, Cafer’in tişörtündeki Atatürk resminden korkuyorsanız…
Haklısınız…
Yakında sizi gönderecek yüreklerdeki resimdir o…
Ön kapıdan girdiğinde, arka kapıdan tüyeceksiniz…
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/bekir-coskun/tisortten-niye-korktunuz-2316946/?utm_source=yazarlar&utm_campaign=diger_yazilar&utm_medium=diger

Padişah anaları!
29 Mart 2018

AKP ile ittifak anlaşmasına yanaşmayan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu bir anda hedef tahtası haline getirildi. Başka şey bulamadıkları için:
“O yerli ve milli olamaz, çünkü karısı İngiliz” diyerek akılları sıra onu eleştirdiler.
Evet, Temel Bey’in âşık olarak evlendiği hanımefendi bir İngiliz’dir ama kelime-i şehadet” getirip Müslüman olarak evlenmiştir. Dinimizde bundan doğal ne olabilir ki? Fakat bunların Müslümanlıkları da özde değil, sözdedir.
Yandaş ve yalakaların sürekli olarak hasretle dile getirdikleri Osmanlı döneminde 36 padişahtan 35’inin anneleri Rus, Ermeni, Yahudi, Rum, Fransız, Sırp, Polonyalı ve İngiliz kökenliydi. Bunlardan bazıları dinlerini hiç değiştirmemişlerdi.
Birinci padişah Osman Bey’den başlayarak bütün padişahlarda Türk kadınlarına karşı bir ilgisizlik vardı. Bu nedenle Osmanlı padişahlarının kanına sürekli olarak yabancı kanı girdi.
36’ncı padişaha gelindiğinde damarlardaki Türk kanı (hep yabancı kadınlarla evlenilme sonucu) yüzde 1’in altına inmişti.
* * *
1’inci Padişah Osman Gazi (Karısı Moğol soylu Bâlâ Hatun)
2’nci Padişah Orhan Gazi’nin annesi Moğol Bâlâ Hatun.
3’üncü Padişah Birinci Murat’ın annesi Rum Horofira (Nilüfer Hatun)
4’üncü Padişah Yıldırım Bayezid’in annesi Bulgar Maria (Gülçiçek Hatun)
5’inci Padişah Mehmet Çelebi’nin annesi Bulgar Prensesi Olga.
6’ncı Padişah İkinci Murat’ın annesi Veronika (Bir iddiaya göre Dulkadir Bey’in kızı Emine)
7’nci Padişah Fatih Sultan Mehmet’in annesi Osmanlı tarihçilerine göre Çandaroğlu Tacettin Bey’in kızı Hüma Hatun, yabancı tarihçilere göre Sırp Kralı Brankoviç’in kızı Prenses Despina (Mara Hatun).
8’inci Padişah İkinci Bayezid’ın annesi Rum Kornelya (Zağanos Paşa’nın kızı)
9’uncu Padişah Yavuz Sultan Selim’in annesi Beti adlı cariye (Bülbül Hatun)
10’uncu Padişah Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Polonya Yahudisi Helga (Hafsa Sultan)
11’inci Padişah İkinci Selim’in annesi Rus kızı Roksalan (Hürrem Sultan)
12’nci Padişah Üçüncü Murat’ın annesi Yahudi Raşel (Nurbanu Sultan)
13’üncü Padişah Üçüncü Mehmet’in annesi Venedikli Bafo (Safiye Sultan)
14’üncü Padişah Birinci Ahmet’in annesi Yunanlı Helen (Handan Sultan)
15’inci Padişah Birinci Mustafa’nın annesi İspanyol Violetta (Mahpeyker Sultan)
16’ncı Padişah ikinci Osman’ın annesi Rum kızı Evdoksiya (Mahfiruz Sultan)
17’nci Padişah Dördüncü Murat’ın annesi Rum Anastrasya (Kösem Sultan)
18’inci Padişah Deli İbrahim’in annesi Rum Anastasya (Kösem Sultan)
19’uncu Padişah Avcı Mehmet’in annesi Rus kızı Nadya (Turhan Sultan)
20’nci Padişah İkinci Süleyman’ın annesi Sırp kızı Katrin (Dilaşup Sultan)
21’inci Padişah İkinci Ahmet’in annesi Yahudi kızı Eva (Hatice Muazzez Sultan)
22’nci Padişah İkinci Mustafa’nın annesi Rum kızı Evemia (Emetullah Gülnuş Sultan)
23’üncü Padişah Üçüncü Ahmet’in annesi Rum Evemia (Gülnuş Sultan)
24’üncü Padişah Birinci Mahmut’un annesi Rum kızı Aleksandra (Saliha Sultan)
25’inci Padişah Üçüncü Osman’ın annesi Sırp kızı Mari (Şehsuvar Sultan)
26’ncı Padişah Üçüncü Mustafa’nın annesi Fransız kızı Janet (Mihrişah Sultan)
27’nci Padişah Birinci Abdülhamit’in annesi Fransız cariye İda (Rabia Sultan)
28’inci Padişah Üçüncü Selim’in annesi Cenevizli Agnes (II.Mihrişah Sultan)
29’uncu Padişah Dördüncü Mustafa’nın annesi Bulgar Sonya (Ayşe Sultan)
30’uncu Padişah İkinci Mahmut’un annesi Fransız Nache de la Bazari (Nakşidil Sultan)
31’inci Padişah Abdülmecit’in annesi Rus Yahudisi Suzi (Bezmialem Sultan)
32’nci Padişah Abdülaziz’in annesi Megrelli Gürcü Besime (Pertevniyal Sultan)
33’üncü Padişah Beşinci Murat’ın annesi Fransız Vilma (Sevkefza Sultan)
34’üncü Padişah İkinci Abdülhamit’in annesi Rusyalı Ermeni Virjin (Trimüjgan Sultan)
35’inci Padişah Mehmet Reşat’ın annesi Rum kızı Karolin (Gülcemal Hatun)
36’ncı ve son Padişah Vahdettin’in annesi İngiliz Henriet (Gülûstu Hatun)
* * *
Tarihî kaynakları inceleyerek çıkardığım yukarıdaki ilginç tablo, Türk ulusunu yüzyıllarca yabancı kökenli kadınların doğurduğu padişahların yönettiğini gösteriyor.
36’ncı padişaha gelindiğinde, bilgisayarla yapılan hesaplar, Son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in damarlarındaki Türk kanının yüzde 0,6 olduğunu ortaya koydu.
Padişahlar neden Türk kızlarını değil de yabancı kızlarını tercih ediyordu, bu incelenmesi gereken ayrı bir konu.
https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/rahmi-turan/padisah-analari-2317002/


RIVAYETTIR
Doğru yanlış diyemem…
Moğol istilasında önde gelen >>> Türk kadınları <<< tecavüze uğramış(!?)
Bir daha böyle bir şey olmaması için böyle bir uygulamaya geçilmiş